11 Nisan 2014 Cuma

Deneme Arşivi


Ateist Argümanlar

Teist-Deist Argümanlara Cevaplar

Evrim

Evrim ve Mekanizmalar

Evrimin Kanıtları

    Felsefi Akımlar

    Tarih ve Siyaset

    5 Ocak 2014 Pazar

    Din, Maneviyat ve Depresyon


    Din ve Maneviyat Bizi Depresif Yapıyor 

    / Dr. Raj Persaud ve Dr. Peter Bruggen

    Şimdiye kadar, çalışmalar daima dini ve manevi inançların, kişiyi depresyona karşı güçlendirdiği ve daha sağlıklı olmayla ilişkili olduğu tezini az çok savunur nitelikteydi. Din ve maneviyatın, hayatın çılgınlıklarıyla yüzleşen herkesin ruh halini koruduğu düşüncesi, (kendileri de özellikle dindar olarak olarak bilinmeyen) psikiyatrlar arasında yaygın bir kanıdır. 

    Fakat bireylerin bir yıl boyunca takip edildiği uzun bir çalışma, dini inançlarla depresyon arasında zıt bir ilişki olduğunu gösterdi. Dinin ve yine herhangi resmi bir dinle ilişkisi olmayan maneviyatın, depresyondaki bir insanın depresyondan çıkmasına yardımcı olmadığı, hatta tetikleyici bir faktör bile olabileceği görüldü.  

    Bir kaç farklı bölgede yürütülen bu çalışmanın anahtar bulgularından birisi, hayatın ruhani algılanışı şiddetli depresyona zemin hazırlar. Özellikle İngiltere'de, katılımcılardan maneviyata önem verenler, laik olanlara göre üç kez daha fazla depresyon dönemi yaşamaya meyilliydi. 

    Bu sonuçlar şaşırtıcıdır çünkü daha önceki çalışmalar dindar insanların alışkanlıkları ve daha iyi bir ruh sağlığına yardım eden yaşam biçimleri  olduğunu göstermişti. Böylece, diğerleri arasında uyuşturucu ve alkol kullanımına daha az meyilli olacaktılar.

    Londra Ünivesitesi'nden Michael King'in liderlik ettiği bir ekip tarafından “Majör depresyon faktörlerinin oluşumunda belirleyici unsur olarak manevi ve dini inançlar: Uluslararası ileriye dönük bir araştırma” başlığı altında, depresyon ve dini ve manevi inançlar arasında derin bir bağlantı keşfedildi. Yedi farklı ülkede, pratisyen hekimler tarafından takip edilen 8.000 den fazla hasta altıncı ve onikinci ay sonunda muayene edildi.  İlgili merkezler İngiltere, İspanya, Slovenya, Estonya, Hollanda, Portekiz ve Şili'nin yüksek sosyo-ekonomik çeşitlilik gösteren kent merkezleri ve kırsal kesimleriydi. 

    Çalışma, psikiyatrinin en saygın akademik dergisi olan “Psychological Medicine – Psikolojik Tıp” dergisinde yayımlandı. Bu çalışma bir kaç Şili ve Avrupa üniversitesinden araştırmacılar tarafından yürütüldü. 

    Çalışma, din kavramını, mabede, camiye, kiliseye ya da sinagoga gitmeyi içeren inancın uygulanması olarak tanımlıyor.  Maneviyata önem vermek ise, resmi bir dini takip etmemek ama inançları ya da manevi deneyimleri olmak olarak tanımlandı.  Bir örnek vermek gerekirse bu, hayatına etki edebilecek kendisi dışında bir güce ve kuvvete inanan birisi anlamına geliyor. 

    Manevi bir hayatı ya da dinsel inançları olan kişiler, daha gerçekçi bir yaşam tarzı olanlara oranla depresyondan çok daha yoğun bir şekilde etkilendiler. Bununla birlikte bu bulgular ülkelere göre değişkenlik gösteriyor; İngiltere'deki manevi bir yaşam tarzı olan bireylerin, majör depresyonun etkilerine karşı daha savunmasız oldukları görüldü.

    Tüm ülkelerde çalışmanın başlangıcında dini ve manevi inanç ne kadar güçlüyse, muhtemel depresyon riski de o kadar yüksekti.

    Sonuçlar ülkelere göre farklılık gösterse de, dini temellere göre yaşam tarzıyla majör depresyon arasındaki ilişki açısından bakıldığında, sadece iki ülkede (Slovenya ve Hollanda'da) hayata dini pencereden bakmanın faydasına dair çok küçük bir kanıt dışında, maneviyatın her hangi bir koruma sağlayabileceği görülmedi. 

    12 ay boyunca depresyonun etkisi, inanç her ne olursa olsun benzer oranlardaydı (Katolikler %9,8, Protestanlar %10,9 Diğer dinler %11,5   belli bir dini olmayanlar %10,8).

    En güçlü dini ya da manevi inançları olan katılımcılar, 12 ay boyunca majör depresyona iki kat daha meyilliydiler. 

    Yine de, dini, manevi ya da seküler hayat anlayışı nispeten bir çok insana kök salmış görünüyor. Çalışma sırasında katılımcıların sadece çeyreğinden biraz fazlası görüşünü değiştirdi. Bu değişim, daha dindar bir yolu seçenlerde daha yüksek bir depresyon riskine eşlik ederken, daha seküler bir yolu tercih eden bireylerde risk azaldı. 

    Depresyon gibi yaygın bir mental rahatsızlığa doğru ilerleyen insanlar, acılarını azaltmak için “gerçeği arama”ya eğilimli oluyorlar. Daha önceki çalışma bu yüzden kırılgan ruh sağlığıyla dini veya manevi düşünce arasında bir bağ kurabilmişti. 

    Gerçek şu ki, ilgili çalışmanın yazarları, dini ve manevi bakış açısına sahip katılımcıları bir yıl takip ettiler ve bu katılımcılar mutlu bir birey olarak güçlenmekten çok, daha ziyade güç kaybettiler.

    Daha önceki çalışmalar dinin önemli bir olay sırasında ya da sonrasında koruyabilme potansiyeli olduğu sonucunu vermişti ama bu konuda herhangi bir kanıt sunmamıştı.

    Çalışmamızın yazarları onları, seküler görüşe karşı dini ya da manevi görüşe sahip olmanın, majör depresyon için zemin hazırladığı sonucuna doğru çekiyor. Daha önce de söylendiği gibi, bu inançlar ve ibadetler kritik olaylarla başedebilmek için şok emici olarak kullanılmıyor.

    Fakat yazarlar birbirinden farklı olan ve diğer araştırmacılar tarafından elde edilen çok çeşitli sonuçların farkında olduklarını ve bunun nihai bir sonuca ulaşmayı zor hale getirdiğini söylüyorlar. Bununla birlikte eğer tüm bunların ışığında kesin bir şey söylememiz gerekirse, din/maneviyat ve psikolojik sağlık arasındaki ilişki muhtemelen çok düşük ya da hiç bağ yok.

    Tüm bunlardan sonra yazarlar diyor ki, eğer dini inancın akıl sağlığı üzerine olumlu bir etkisi varsa, bunun daha çok çalışmayla tespit edilmesi gerekir.

    Yeni Çağ hareketinin ve diğer geleneksel olmayan inançların hızla yükselmesi ve belkide diğer alternatif inançların kabulü belli bazı batılı sağlık sistemlerinde bir büyüme anlamını yansıtabilir. Çünkü aynı zamanda daha geleneksel dinler çok büyük bir taban kaybettiler. 

    “British Journal of Psychiatry- Britanya Psikiyatri Dergisi”nde yayınlanan ve Michael King ve Paul Bebbington'ın ekibi tarafından yürütülen bir çalışma,  maneviyata önem veren insanların manevi ya da dindar olmayanlara göre daha çok madde kullandığı ya da bağımlılık sahibi olduğu sonucunu verdi. Araştırmalarına göre bu insanlar aynı zamanda daha yüksek bir genel anksiyete, fobi ve nevroz oranına sahiptiler.

    Profesör Michael King tüm bu çalışmaların bulgularını “dinden bağımsız olarak maneviyat, psikolojik kırılganlığa yol açması en muhtemel unsurdur” diyerek özetliyor.

    Bu çalışmaya bakarak denilebilir ki, bir çok insan cevabı gökyüzünde ararken, daha az dindar ve manevi olanlar onu çoktan bulmuş görünüyor. 

    Çeviren : Murat Ayyıldız / Alfa Çeviri Ekibi

    Ya Yanılıyorsan ve Tanrı Varsa


    İnananlar tarafından Tanrı’ya inancı desteklemek için en çok kullanılan savlardan birisi, adını, savı ortaya atan Fransız düşünür Blaise Paskal’dan alan “Paskal’ın Bahis Savı” olarak bilinir.(1) Bu sav şöyle dile getirilebilir: “Tanrı’nın var olduğuna inanırsan ve öldüğünde yanıldığın ortaya çıkarsa, bir şey kaybetmezsin; ancak, Tanrı olmadığına inanır da öldüğünde yanıldığın ortaya çıkarsa, her şeyi yitirebilirsin.” Bir başka deyişle, bahiste Tanrı’nın var olduğu üzerine oynamak ve cehennemde sonsuza dek yanma riskini almamak en iyisidir. Hıristiyanlarla olan konuşmalarımda “Paskal’ın Bahis Savı”nın öyle ya da böyle bir biçimde öne sürülmediği bir konuşma azdır.

    1) Bir Tanrı Seç, Hangi Tanrı Olursa Olsun


    Paskal bahis savını tabii ki Hıristiyan Tanrı'sına inanma savunması olarak amaçlamıştı, ama hemen hemen her türlü inanış için kolaylıkla geçerli olabilir. Hıristiyanların ‘ya Hıristiyan Tanrı vardır ya da hiç tanrı yoktur’ şeklinde yanlış bir ikilem geliştirmeleri şaşırtıcı değildir. Peki ya Hinduizm, Musevilik, Budizm ya da bir başka din doğruysa? Bazı Müslümanlar, Hıristiyanların Muhammed’in mesajına inanmayıp, Kuran’da bildirilen Tanrı’nın “bir”liği yerine baba, oğul, kutsal ruh üçlemesine inandıkları için Allah’ın Hıristiyanları son günde cehenneme göndereceğine inanır. Bir tanrı üzerine bahse gireceksek bu hangi tanrı olmalı? Bu zor soruya yanıt olarak çoğu kez şu koşul maddesi sunulur: bahiste yan tutma yalnızca işin ucunda yitirilecek bir şey varsa gereklidir. Bazı dinlerin tanrıları bizi sonsuza dek işkence ile tehdit etmediklerine göre onlara inanamamaktan korkacak bir şey yok. Buna karşın bu tanrıların çoğu onlara taparsan bir çeşit ödül sözü veriyor, o nedenle ceza olarak bu sonsuz mutluluktan yoksunluk, bir yitim olarak nitelendirilebilir. Hıristiyanlar İsa’ya inançlarını bildirdiklerinde diğer dinlerin tanrılarına karşı bahse girmiş oluyor, fakat doğru inancı seçtiklerinden nasıl emin olabilirler? Düşüncelerinde dürüst iseler, bundan emin olamayacaklarını kabul ederler.

    2) Olabilir...


    Herhangi bir şeye yalnızca gerçek olabilir olasılığı ile inanmak, pek etkileyici bir düşünce değil. Kanser hastalığınız olduğunu varsayın ve bir adam yanınıza gelerek, yaşamınızın sonunda dek onun kölesi olursanız sizi iyileştirebileceğini söylüyor. Onun teklifini kabul etmezseniz ve sonunda onun yalan söylediği ortaya çıkarsa sizin yitirdiğiniz hiç bir şey yoktur, fakat gerçeği söylüyorsa kanserinizden kurtulma şansını yitirmiş olursunuz. Adamın tedavi etme olasılığı ile köleliğe razı olur muydunuz? Sanırım, köleliğe olur diyecek çok az insan vardır, çünkü çoğumuz adamın dürüst olma olasılığının düşük olduğunu ve yaşam boyu köleliğin pek de hoş olmadığını düşünürüz.

    Aynı şekilde, eğer bir tanrı varsa, adı anılmış veya anılacak milyonlarca tanrının içinden doğru tanrıyı seçme olasılığımız düşüktür. İnsanın kendisini belli bir tanrının iradesine ya da hizmetkarlığına teslim etmesinin o insanın kişiliğini bozabileceği düşünülebilir. Örneğin, (insan kurban isteyen Aztek tanrısı) Tezkatlipoka’nın var olduğu üzerine bahse girer ve olur ya belki gerçek tanrı odur diye ona tapmanız gerektiği kararına vararak onun gönlünü almak için insan kurbanı sunmaya başlarsanız, bu yeni tanrınız sizin başınızı belaya sokabilir. Doğal olarak bu biraz uçta bir örnek, fakat her bir küçük günahkar düşüncenin düpedüz çok kötü olduğunu öğreten (Matta 5:27-30) Hıristiyan Tanrı’nın öğretisi altında insan, kendi kendine karşı tiksinti geliştirebilir.

    3) Olasılıkla İlgili Sorunlar


    Paskal’ın Bahis Savı”ndaki bir başka büyük hata, Tanrı’nın var olduğuna ilişkin belirlenen ve hiç de açıkça tanımlanmamış olasılık değeri. Bu bahis savını ciddi olarak değerlendirmemiz isteniyorsa, bırakın bizim kendisine tapmamızı isteyen ve tapmazsak bizi sonsuz işkenceye gönderecek bir tanrıyı, herhangi bir tanrının varlığı olasılığının ne olduğunu bilmek yararlı olacaktır. Bu olasılık değeri kişiden kişiye değişecektir ve koyu bir ateist Tanrı’nın varlığı olasılığına sıfır değerini verdiğinde, bu bahis savının onu zerre kadar ikna etmeyeceği açıktır.

    İnanan “ama dur bir dakika” diye itiraz edip “Tanrı’nın var olma olasılığı 50 / 50. Tanrı ya var, ya da yok, değil mi?” diye sorabilir. İnsanları sürekli piyango bileti almaya ya da loto oynamaya çeken neden işte tam da budur: olasılık kavramının bu şekilde yanlış anlaşılması. Bir piyango bileti aldığınızda ya kazanacaksınız ya da kaybedeceksiniz, fakat bu, çok çekici büyük ikramiyeyi kazanma olasılığınızın 50 / 50 olduğu anlamına mı gelir? Tam tersine çoğu eyalette kazanma olasılığı 14 milyonda 1’dir.(2) Sayısız birçok tanrının var olma olasılığı da var iken, Hıristiyan Tanrı’nın var olma olasılığının da eşit derecede düşük bir olasılık olmadığını nereden bilebiliriz?

    4) Sözde Bağlılık


    Bir an için “Paskal’ın Bahis Savı”nın sonsuz tehlikeden sakınmak için Hıristiyan Tanrı’yı kabul etmenin mantıklı olduğuna bizi ikna ettiğini varsayalım. O zaman ne olacak? Bir insan bahis savının önerilerini yalnızca cehennem tehditinden kaçmak için kabul ediyorsa, inancı gerçek ve içten midir? Paskal İsa’ya içtenlikle, gönülden inanmayı beceremeyen inanmayanlara ne tür bir öneri veriyor? Bir kez daha 233’üncü notuna bakalım:

    İnanmak istiyorsunuz ama nasıl yapacağınızı bilmiyorsunuz; kendinizi inançsızlıktan kurtarmak istiyor ve bunun için çareyi arıyorsunuz. Önceden sizin gibi kısıtlanmış olanlara bakın, şimdi onlar bütün varlıklarını ortaya koydular. Bu insanlar, izlemeniz gereken yolu bilen ve şimdi sizin de kurtulacağınız bir hastalıktan kurtulmuş insanlar. Onların başlama yollarını izleyin; inanır gibi yapıp kutsal suyu alarak, ayinlere katılarak vb. Bu bile sizi doğal olarak inanır yapacak ve hastalığınızın şiddetini söndürecektir.

    Özünde, özenerek ve sözde bağlılık göstererek İsa’ya gerçekten inanmayı öğreneceksiniz diyor. Ancak, herhangi bir psikolog bunun o denli basit olmadığını söyleyecektir; hatta İncil’in kendisi bile kurtuluşun Tanrı’nın var olduğunu kabul etmekten daha fazlasını gerektirdiğini söylüyor. Aşağıdaki ayetler bunu açıkça gösteriyor. İncil’e göre Tanrı tarafından kurtarılmak için inançlar içten olmalıdır:

    İblisler bile Tanrı’ya inanır ama azaptan kurtulamaz. (James 2:19)
    Müjdelere / ayetlere inanmalısınız. (Mark 16:16)
    Mezhebe katılmalısınız. (John 6:53-54)
    İyi davranışlar olmadan inanmak yeterli değildir. (James 2:26)
    Kutsal su ve Kutsal Ruh ile vaftiz edilmelisiniz. (2 Selanikli 1:8-9)

    Paskal’ın Bahis Savı”, insanları Tanrı ile ilgili düşünmeye teşvik için yararlı bir başlangıç noktası olabilir, fakat tek başına tam donanımlı ve tamamen kartarılmış inananlar yaratmaya yeterli değildir. Tek gerçekçiliği ya da uygulanabilirliği, bir tanrının var olabileceğini düşünüp de o ya da bu nedenle emin olamayan insanlara uygulanması olabilir. Temelsiz birçok varsayımlarda bulunmuş olması gerçeğine ve ilk ortaya atıldığından bu yana sürekli olarak pek çok kez son derece anlamsız olduğunun kanıtlanmasına karşın, bugün hala birçok Hıristiyan, rahip, savunucu ve türleri tarafından kullanılmaktadır.

    Kaynakça:
    1) Pascal, B. (1670) Pensees, Section III: Of the necessity of the wager.
    2. Anonim. Lottery, Probability and Your Real Chance of Winning

    Çeviren: Şazze Deniz / Alfa Çeviri Ekibi




    26 Aralık 2013 Perşembe

    Neden Ateistim?


    Buraya getirilip bunları tartışmaktan gerçekten çok mutluyum. Teşekkur ederim. Bu, sizin inancınızı sorgulamaya almak istediğinizin canlı bir kanıtı. Randal’in gerçekten jenerasyonumuzun, en iyi hristiyan savunucularından biri olduğunu düşünüyorum. Gerçekten çok zeki çünkü savunulmayacak bir şeyi savunmak için öyle olmak gerekir. Ateistlerin de deli olduklarını düşünmüyor ve bu da tabi ki iyi bir şey. Gerektiğinde bizimle iletişim kurup onun inancını incelememize de izin verdi, bu yüzden benle beraber bu kitabı yazmaya karar verdigi için çok mutluyum.


    Size neden ateist oldugum icin sebepler verecegim, Öncelike ateist nedir? A-teist. Non-teist. İnanmayan. Ben inanmıyorum.


    Eski bir hristiyan olarak, bir çok dini ve hristiyan mehzeplerini araştırdım ve onlar hakkinda herhangi bir objektif ve yeterli delil olmadığına karar verdim. Kendi inancım olan din ve mehzep haricindekilere her zaman şüpheli yaklaştım. Sonunda fikrimi değiştiren kendi inandığım dine de diğerlerine baktığım gibi şüpheli bakmayı oğrendiğim zaman oldu, Çünkü kendi dinimde de herhangi bir objektif ve yeterli delil yoktu. (Bu kısmı kitabımın “ Dışlanmışınn İnanç Testi” kısmında bulabilirsiniz)


    Müslümanlar bana Allah’a inanmıyor, Hristiyanlar Yahweh’e inanmadığımi soyluyor, Ancak ben sadece onlara değil ama diğer bütün Tanrılara inanmıyorum, bence hiçbiri herhangi bir objektif ve yeterli kanıt sunmuyor onlara inanmam için.


    Bu konu üzerinden 500 sayfalık “ Neden Ateist Oldum” isimli kitabı yazdım. Bu kitap benim en büyük şaheserim. Detaylı bir cevap istiyorsaniz bu kitabı almanızı öneririm.


    Ateist olmamdaki bir başka sebep ise gerçeği bilmek istiyor olmam. Bir çok hristiyan inançlarını dürüstçe sorgulamıyor. Büyük bir çoğunluğu böyle bir kitabı okumaz bile.

    Randal’in inancı sorgulandığında verdiği cevaplara bakınca, büyük bir üzüntüyle görmekteyim ki hepsi değersiz. Ben bir ateistim çünkü Randal gibi bizim sorularımızı ciddiye alan biri Tanrıya inanmak için iyi sebep sunamıyor.


    Randal’in seçtiği başlıklara bakalım


    1) Tanrı yoksa hayatın anlamı yoktur. Yanlış, hiç kimse herhangi bir olayını sonucunu beğenmediği için o sonucu reddetmeye hakkı yoktur. Eğer Tanrı yoksa biz kendimizin anlam yaratıcılarıyız. Ancak bundan sonra Tanrının olmadığını anlarsınız.


    2) Tanrı yoksa her şeye izin vardır. Gene yanlış, Izin verilen şeyleri yapan insanlar kendi yaşadıkları ortamda bunları yapıyorlar. Thomas Hobbes’in söylediği gibi, başkalarıyla savaşiyor olsak bile onlarda bir sosyal bağ içinde olmamiz gerekir. Aksi halde o toplum kaosa sürüklenir, ve kimsenin kaos istemediğini düşünürsek her toplumda izin verilip verilmeyen eylemler olacaktır. Buna karşın, eğer Tanrı varsa neye izin verilip verilemeyeceğinin bir sınırı yoktur.


    3) Bilim Dinin yerini alamaz. Saçmalık. Eğer kendini kandıran bir insan görmek istiyorsanız, bilimi reddeden birine bakmanız yeterli olacaktır. Bilimle kıyaslandığında din bize hiçbir şey vermemiştir. İnanç bazlı işlemler güvenilmez. Bize doğruyu getirmez.


    4) Tanrı bütün evrenin açıklayıcısıdır. Yalan, bilim her ne kadar aşama kat ettiyse de, inananlar bunu her zaman söylemiştir. Bu argümanların geçmişte ne kadar çok yanıldığını görmemize rağmen Randal’in hala bunu kullanıyor olması şaşırtıcı. Bir şeyler var. Ya bir şey her zaman vardı ya da bir şey hiç bir şeyden meydana geldi. Elimizdeki seçenekler bunlar. Bizimki yaratılışı en iyi açıklayan en basit olanı. Dini hipotez, Tanrı’nın herhangi bir zaman dilimine ait olmadığını, herhangi yeni bir şey öğrenmediğini, herhangi bir şey düşünmediğini, ve herhangi bir şekilde gülmediğini çünkü onu hiç bir şeyin şaşırtmayacağını, bu dunyayı, doğal afetleri onun yarattığını söyler, ancak biz acı çekince bize yardımcı bile olmaz. Bu kesinlikle bir açıklama değildir. Cevapsız bir çok soru barındıran bir hipotez. Bilimsel hipotez ise yalnızca pozitif ve negatif enerjinin fizik kuralları çerçevesindeki dengesiyle başlar. Bunu kabul edince zaten %60 ihtimalle bir seyin var olduğuna inanıyoruz, ve evrimle beraber Tanrıya ihtiyaç bile kalmıyor. Çünkü Tanrı’nın bu süreçte hiç bir yeri yok. Şu anda bilim insanlarının açiklayamadığı tek şey hayatın nasıl başladığı. Eğer sizin inancınız buna ters ise siz bilimin size sunduğu her şeyi reddediyorsunuz demektir.


    5) Tanrı yoksa hiçbir şey bilmiyoruz demektir. Yanlış. Öyleyse maymunlarda hiçbir sey bilmiyor demektir. Yemek yemeği bilmiyor veya çiftleşmeyi veya nerede yasamaları gerektiğini bilmiyorlar demektir. Hiçbir şey bilmedikleri içinde uzun zaman önce ölmeleri gerekirdi, ancak hala buradalar. Bunları yapmak için herhangi bir Tanrı’ya ihtiyaç duymuyorlar. Neden biz duyalım? Bizler de deneme yanılma yoluyla bir çok sorunun cevabına ulaştik. Hepsi bu.


    6) Aşk, Tanrı varsa vardır. Hatalı, Bu herhangi içeriği olmayan boş bir önerme. Bunu inananlar bile engizisyon zamanlarında veya cadı avına çıktığı zamanlarda söylediler. Randal kilise tarihine bakmalı. Aşka sebep olan diğer unsurları incelemeli. Ayrıca Incil’deki Tanrı’da herhangi bir aşk beslemiyor. Ona inanmayanı cezalandırmak bir aşk değil daha cok Yahweh’in de tasarladığı despot bir kralı andırmakta.

    7) Herkesin inancı vardır. Yanlış. Bu birçok insan için doğru olabilir ama bu cözüm değildir, sorundur. İnanç, insanları doğrulayan kanıtları büyütmesini, ve boşa çıkaran kanıtları küçümsemesine neden olan bilişsel bir önyargıdır. İnanç, muhtemeller üzerine kurulmuş mantıksızlıklar kümesidir. Mantıklı insanlar objektif bilgiler ışığındaki mantıklı olasılıklar üzerine düşünür.



    8) Objektif güzellik vardır, bu yüzden Tanrı da vardır. Aptalca. Dünyada objektif olarak güzel ya da çirkin bir şey yoktur. Bu sadece çiğ anlaşılmamış bir şeydir. Eğer elektromanyetik ve sonik sesleri duyabilseydik şu anda gördüğümüz ve duyduğumuz her şey sadece bir parazit olurdu. Parazite nasıl güzel bir şey diyebiliriz? Objektif bir güzellik olmadığına göre, Tanrı da var değildir.


    9) Mucizeyi en iyi Tanrı açıklar. Saçma, Dunyada ki inanan insan sayisina ve dunyada olan rastlantilari gordugumuzde daha sik mucize gormedigimize sasiriyorum acikcasi. Cok nadir rastlantilar olabilir. Ancak bu demek degildir ki bunlarin arkasinda gizli bir guc olsun. Bizim ihtiyacimiz olan sey bir klinigin kurulup bu olaylarin arastirilmasidir.


    10) Tanri Hz. Isa’yi diriltti. Hicbir mantikli insan antik dunyanin yalnizca bir kismindan gelen ve 4. Yuzyilda bilim oncesi batil inancli insanlar tarafindan yazilmis, bir kismi degistirilmis ve unutulmus 2.ci, 3.cu ve 4.cu elden tanikliklara inanmamalidir. Modern dunyada Mormonizme sorabildigimiz ve bizi onu reddetmeye iten sorularin neredeyse hepsi cevapsiz kaliyor. Ilk havarilerin gordugunu iddia ettikleri seyler nedir? Hepsi ayni hikayeyi mi anlatti? Herhangi biri fikrini degistirdi mi? Tek sahip oldugumuz Paul’un birinci elden tanikligi, eger inanirsak Amal 26:19, demister ki Sam’in donusum yolu vizyondan baska hicbir seye bagli degildir.


    Eger 2000 yillik tarihi bir Cin belgesinde bir bakirenin bebegi oldugunu okusaydik, sozde taniga dayanan kanit kabullenemeyecegimiz kadar bizden uzaklastirilmis olurdu. O zamanlardaki insanlarin bakirenin birinin dogum yapmasina inanmasi onemli degildir. Kanit da yine ayni dokumandan gelmektedir. Buna dini bir cercevede inaniliyorsa da onemli degildir. Eger birsey bu olayi supheye dusurecekse o da dindir cunku mucizeler dinde surusune berekettir.


    Randal gibi savunucular apacik olani inkar etmek icin yalnizca bir sis perdesi kusarlar. Onlar parallel olmayan, kuramsal ve nesnel bir kanita ihtiyaci duymakla alakasi olmayan hikayeler duzenler. Gunumuz dunyasinda, hic bir mantikli insan, bir bakirenin Tanri’nin insan vucuduna girmis halini dogurduguna nesnel kanitlar olmadan inanmaz. Ne tur bir kanitin sizi buna inandiracagini hayal edebiliyor musunuz? O halde neden bu kanit gerekliligi bilim oncesi, batil gecmise geldiginde farkli olsun? Eger bir sey olacaksa, bu her zaman aklimizda olmalidir. Bir bakirenin Tanri’nin insan vucuduna girmis halini dogurmasi gecmiste olmus tarihsel bir iddiadir. Bunu kanitlayacak tek bir sey olabilir. Nesnel kanit. Ikna olabilmemiz icin yeterli bir miktarda gerekir. Hicbir entellektuel dolap cevirme bu makul gereklilikten kurnazca kurtulamaz.



    Alvin Plantinga, 500 sayfalik ‘Garantili Hristiyan Inanci’ kitabinda herhangi bir kanit olmadan inandigi icin rasyonel oldugunu belirten devamli bir dava bile yapmistir. Ama, hicbir faydasi bulunmuyor. Plantiga’nin argumani “Eger..ise” kosuluna dayali. “Eger Hristiyanlik inanci dogruysa, buyuk olasilikla garantisi var.” Peki o zaman, eger Mormonluk dogruysa, buyuk olasikla garantisi var. Eger Scientology dogruysa, buyuk olasikla garantisi var. Eger Islamiyet dogruysa, buyuk olasikla garantisi var. Eger Hinduizm dogruysa, buyuk olasikla garantisi var. Bu, dinlerin dogru olup olmadigi olan gercek sorunla alakasiz sofistike, bos ve etkili bir konusmadir. Bana Profesor Stephen Law’in yazdigi bir filozofiyi hatirlatir: “Inanca dayali herhangi bir sey, ne kadar aptalca olursa olsun, biraz sabir ve marifet ile mevcut delilleri kullanarak tutarli yapilabilir.” (Believing Bullshit, p. 75)

    Platinga’ya gore kisisel gizli deneyimler onu biri yok edene kadar garantilidir. Bunu yok eden sey ise her zaman bilimsel kanit olacaktir. Objektif kanit, halka acik bir kanittir, bilimsel bir kanittir ve tarihsel bir kanittir. Eger herhangi bir insan kendi yasadigi subjektif bir deneyimin onemi oldugunu dusunuyorsa mantikli dusunmuyordur. Baska bir deyisle bunu psisik oldugunu iddia eden insanlar yapar. Platinga bir psisik miydi? Bunu mu kanit olarak goruyor? Tarihciler kesinlikle boyle calismaz ve kullandiklari aletlerle biz gecmisi daha iyi goruruz. Iyi bir tarihci herhangi bir sekilde bir mucizeyi kullandigi aletler bulamaz. Ona gore, rastlantilar sadece doga ananin bir oyunudur. Bu hikayeler gecmise bir hakarettir, Tanri bile eskiden bir kac tane mucize yaratmis olabilir ancak gercek tarihci sadece moden dunyada olan mucizevi olmayani aciklamakta yukumludur.


    Tanriyla kisisel bir deneyim yasadigini soyleyen insanlarin sayisi cok azdir. Onlar kendi dini deneyimlerinin gercek ama digerlerinin gercek olmadigini soyleyip soylememeside cok onemli degildir. Tek dogru gercek bunlarin kesinlikle herhangi bir kanit olmamasidir. Plantinga gibi inanc sahibi kisiler yeterli objektif kaniti reddeder cunku icten icte onlarin inancinda boyle bir kanita yer olmadigini bilirler, eger olsaydi zaten bunu cok onceden horozlar gibi bagira bagira soylerlerdi. Her seyden once bu herhangi bir insanin inancinin nasi bir hayal urunu oldugunun kanitidir.


    Dogal teoloji de daha iyi degildir. Konu Isa’ya geldiginde, inananlarin buyuk bir grubu ilk Hristiyanlar tarafindan anlatilan hikayeleri kabullenmeye egilimlidir. Museviler. Onlar da ayni zaman diliminde yasamis olan, mucizeler yapan Yahweh’e inaniyorlardi ve onun Tevrat kehanetlerini biliyorlardi. Eger Isa’yla ilgili iddialarin bir test alani varsa, bu Yahudilerdir. Onlar ve inananlar ordaydi ama yine de o zamanki insanlarin buyuk bir kismi inanmadi. Biz neden inanalim? Kim bu sozde Tevrat kehanetlerine ilham verdi? Yahweh. Oyleyse sormama izin verin. Yahudiler salak miydi yoksa Tanri onlari yanlis mi yonlendirdi? Hristiyanlar, Isa’nin zamanindaki 8 milyon Yahudi’ye salak demeye niyetli mi? Hristiyanlar gercegi bilmek istemediklerini, samimiyetsizce bir yalana inanmayi tercih ettiklerini, Paul gibi hemen hemen hepsinin Gentillere dinleri degistirmelerini vaaz verdigini soylemeye niyetliler mi? Eger Tanri onlarin bir yalana yonlendirdiyse, o zaman onlari cehenneme mahkum etti. Hangisi dogru? Gercek su ki Tevrat’da Isa’nin dogumu, yasami, olumu ve dirilisini isaret eden bir kehanet yoktur. Yoktur. Tek yapmaniz gereken sozde kehanetleri orjinal baglamlarinda okumaniz ve o zaman Incil yazarlarinin bu kehanetleri yanlis yorumladigini goreceksiniz.



    Bu yuzden dogal teoloji cok once hayatini kaybetti, daha dogmadan. yahudilerin Isa’yi reddetmeleriyle. Isa’nin kurtarici mesih olduguna dair en ufak bir kanit olsaydi o zaman yahudilerin hepsi hristiyan olurdu. Hatta tum inananlarin hepsinin su anda hristiyan olmasi lazim cunku hepsi mucizevi yaratan olan Tanri’ya inaniyor. Sorun su ki bir kisinin dindar olmasi illa onun etrafinda hristiyan mucizelerinin oldu demek degildir. Butun dinlerde mucize olasiligi vardir ve bende bunlara izin veriyorum. Diger dinlerdeki inananlar bu mucizelere inanmadan once yeterli objektif kanit istiyorlar. Ham, yorumlanmamis, tarihi veriler mantikli bir dusunene bunu ve belirli bir mucizeyi Tanri’nin yaptigina dair yeterli kanit saglamalidir. Bu yuzden, cifte standart uygulamamak ve tutarli olmak icin, kendi dini icerisindeki inananlar, bu mucizeleri kendi dinleri icerisindeki Tanri’nin yaptigina dair nesnel kanitlara ihtiyac duymalidir. Buna yalvarmadan veya kendi durumlarinda ozellikle rica etmeden ihtiyac duymalidirlar.


    Ben sadece yeterli objektif kanit istiyorum, unutmayin sadece neyin dogru oldugunu ogrenmeye calisiyoruz, bizi neyin iyi hissettirdigini degil. Hislerimiz sadece bizim subjektif duygularimizin bir rehberi olabilir, ne tarz muzik dinleyip ne cesit yemek yemekten hoslandigimiz gibi. Onlar bizi gercege goturemezler. Benim durumumu benimsemek cok kolay. Dinler birbirlerinin mucizelerini reddederken benim icin calisiyorlar zaten. Onlar birbirlerine, ben ise hic birine inanmiyorum.

    Rauser icin bazi sorular hazirladim.


    1) Eger Custer’in son savasinda ne oldugunu merak ediyorsan, bunu ogrenmek icin yeterli objektif kanit istemez misin? Peki neden ayni hassasiyeti bir bakirenin Tanriya dogum yapmasi konusunda gostermiyorsun?


    2)Kendi inancin konusunda herhangi bir objektif kanit sunabilir misin?


    3)Kisisel gizli subjektif deneyimleri baskalarinin dininde reddediyor musun? Oyleyse

    neden kendi dinindekileri reddetmiyorsun?

    4) Yeterli, objektif bilginin neden sana tarihi olaylarin sorgulanmasinda yeterli gelmedigini soyler misin?


    5) Diger dinlerdeki mucizeler inanmak icin kanit isterken neden kendi dinindeki mucizeler bunlara dahil degil?


    6) Kendi subjektif Tanrinla olan deneyimin nasildi? Oyle bir deneyimin var mi? Yoksa bu inanc sana nasil kendini inandiriyor? Afrikada senle ayni dine sahip olanlarla ayni seyleri mi istedigini dusunuyorsun?


    7) Sence neden inanclar kisilerin daha fazla bilgiyse sahip olmasiyla degisir? Hic bir sey bilmeyen hristiyan bir cocuk neye inanirken, egitimli bir hristiyan reddeder?


    8) Psisik olan insanlara inanir misin? Sen psisik misin? Bir bakirenin psisik yetenekleri sayesinde bir cocuga sahip oldugunu bilebilir misin? Mantiksiz gelmiyor mu sana?


    9) Tanri’nin zihnini okuyabilir misin? Bu dunyadaki her birey onu okuyabildigini soyluyor.


    10) Kendi uydurdugun olgulari baz alarak butun suclamalardan/yargilamalardan nasil aklanabilirsin


    Çeviren: Onur Karadeniz

    Çevirilen Deneme: http://debunkingchristianity.blogspot.com/2013/06/why-i-am-atheist-my-statement-vs-dr.html

    25 Aralık 2013 Çarşamba

    Tanrıyı Sınamak - James Faulconer


    Akinolu Thomas, Tanrı'nın varlığına dair beş kanıt öne sürmüştü. Canterbury'li Anselm ise bir tane... Bu kanıtların akla yatkın olmadığına dair genel bir kanı mevcut, şöyle ki; insanlar bu önermelerin sonucunu kabul etmeksizin, sebeplerini kabul edebilirler.

    Ama bu düşünürlerin gerçekte ne dediklerine bakarak; ikisinin de rasyonel olarak inkar edilemeyecek bir kanıt sunma çabasında olmadıklarını söyleyebiliriz. Thomas Tanrı'dan bahsetmenin beş yolunu açıklayacağını söyler. Anselm, sözde kantını bir duanın parçası olarak öne sürerken, bizi bu kanıtın beklediğimiz türden bir kanıt olmadığı konusunda şüpheye sürükler. Böylelikle; Tanrı'nın varlığına dair altı tane olası kanıt bekliyorken, elimizde hiçbir kanıt bulunmaz. 
    Ancak Augustinus ve Marion gibi filozofların da belirttiği gibi, Tanrı ispatlanacak yahut çürütülecek bir düşünce ürünü değil, daha ziyade tapınılacak, yüceltilecek ve sevilecek bir kişidir. Buber ve Levinas'ın dilinde ifade etmek gerekirse; Tanrı "O" değil, "Sen"dir. Sevdiğimiz birisidir.

    Sevilen her şeyde geçerli olduğu üzere, Tanrı'dan (şu anda yaptığım gibi) üçüncü şahıs olarak bahsederken, ona karşı kendimi, onu seven birisi olarak konumlandırmıyorum. Janice'den bahsederken "evli olduğum kadın", "1,60 boyunda", "sarışın" diye bahsedebilirim. Ama kendimi ondan ayrıştırdığımda, artık onun sevgilisi değil, sadece bir gözlemci konumunda olurum.

    Bu konumdayken söylediklerim doğru olabilir olsa da, bu benim onunla ilişkimi zedeler. Sevgili olduğumuz savı, benim aramıza koyduğum bu mesafeden zedelenir. Aynı şekilde, Tanrı'yı da üçüncü şahıs olarak konumlandırmakta diretmek, arzu ettiğim ve istediğim ilişkiyi zedeleyecek bir mesafe koymak demektir.

    Tanrı, varlığının sınanmasını beklemez ve onu sevenler de onu sınamaz, sevmeye devam ederler. Ancak Tanrı yine de onu sınamamızı istiyor! Malaki 3:10'da ondalık vergisinden bahsederken "Beni bununla sınayın" diyor. "Göreceksiniz ki, göklerin kapaklarını size açacağım, üzerinize dolup taşan bereket yağdıracağım."

    Ve Hz. Davut da Tanrı'ya kendisini sınaması için dua ediyor: "Dene beni, ya Rab, sına; Duygularımı, düşüncelerimi yokla" (Mez. 26-2). Bu sevgi ilişkisinde her iki taraf da sınanmaya yöneliyor; ancak bu mantıklı değil.

    Tanrı'nın kanıtları, sevgi hayatıyla birlikte gelir. Onu ve sözlerini sınar, Tanrı'yı severek yaşamak bir lütuf mu, bakarım. Onu, sunduğu hayatı, Ruh tarafından bahşettiği hayatı yaşayarak sınarım. "Tanrı'nın sana çokça bahşettiklerini inkar etmemeni öğütlüyorum kardeşim. ... ve onlar insanoğlunun üzerindeki Tanrı Ruhu'nun tezahürü olarak, faydalanmanız için bahşedilmiştir" (Moroni 10:8).

    Tanrı'nın kanıtı benim ve uzak ya da yakın sevdiklerimin hayatına bahşettiği bu ruhsal kazanımda bulunur.

    Aynı hayat, beni de acaba Tanrı'yı gerçekten seviyor muyum yoksa sadece severmiş gibi mi yapıyorum diye sınar. Benim hayatım sevgi ve lütuf yolu mu yoksa beni azat edecek olan sevgiden kısıtlayan, Tanrı'ya atfedilmiş bir kendini kandırmaca mı?

    Asıl soru ise Tanrı'nın mı bana, yoksa benim mi Tanrı'ya kendimizi yeterince kanıtlayabildiği...

    Çeviren: Hkan Yasav / Alfa Çeviri Ekibi
    Çevirilen Deneme: http://www.patheos.com//Mormon/Proving-God-James-Faulconer-09-26-2013.html

    Ateizm İnanç Değildir


    Ateizm İlahi Bir İnanç Değildir


    Felsefe forumlarında ya da sosyal medyada Tanrı'nın varlığı üzerine uzun uzun tartıştığınızda, maalesef sıklıkla bir çok inananın ateizmi açık bir şekilde yanlış anladığını görürsünüz. 

    Kim bilir kaç defa yazdıklarıma cevap olarak sağlam argümanlardan yoksun insanlar tarafından sürekli olarak “en nihayetinde ateizm de diğerleri gibi bir dindir” ya da “ateistler inanmadıklarına inananlardır” hatta daha da ileri gidip “biz ateistler yüreğimizin derinlerinde Tanrı'ya inanırız ama bunu itiraf etmek istemeyiz”  gibi iddialarla karşılaşmışımdır. (aynen!)

    Bu sebeple birkaç şeyi açığa kavuşturmanın ve ateizmin ne olup ne olmadığı hakkında basit bir açıklamanın son derece faydalı olacağına inanıyorum. 

    Başlangıç Noktası


    Size ateizm ile ilgili açıklamamı yazmadan önce, dünya üzerinde bir çok mit, inanç, efsane, mucize hikayeleri, özellikle de insanlığın farklı dönemlerine göre değişiklik gösteren, dine ya da coğrafi bölgeye göre kendine has ya da büyük ilahi bir aileye ait olduğu iddia edilen hatırı sayılır bir tanrı ve ilah listesi bulunduğunu hatırlamak oldukça önemli. 

    Eğer insanoğlu bilmediği ya da fiziksel olarak korktuğu şeyler üzerine bu kadar çok sayıda hayali efsane yaratmadan, kendisini çevreleyen şu biricik dünya ile uyum içinde yaşayabilseydi, bugün ateizmin varlığına da gerek kalmazdı. 

    Ateizmin Tarifi


    Aşağıda sunduğum tarifin “yetersiz kanıtlar” üzerine kurulu bir tarif olduğunu söylemek isterim.


    "Ateizm, tüm dinler tarafından tarih boyunca yaratılıp, insanoğluna tartışılmaz yüce gerçekler olarak sunulmuş sayısız ilahın varlığına dair çok ciddi bir kanıt eksikliği üzerine kurulmuş rengarenk bir düşünce okuludur.
    İlahiyatçıların  biraz daha yapılandırdıkları kanıtların taslakları bile, tabi bu taslaklar mevcut olduğunda, inançlarının gerçek olması ihtimali o kadar küçüktür ki, bunların üzerine kafa yormak bile imkansızdır. Bu yüzden de bu kanıt taslakları ateistlerin gözünde son derece cılızdır. "
     
    Bazılar doğru olarak diyecektir ki, bunun nedeni inananların getirecek bir kanıtı olmamasıdır. Ama burada, özellikle inananların ve ateistlerin içinde yaşadığı evrenin varoluş nedenlerini konuştuğu felsefi bir tartışma amacıyla bulunuyoruz. Bu durumda, bir tartışma ortamında her adımda tarafların kanıt sunması gereklidir.


    Ateizm bir inanç değildir


    Bu tanımla artık açıkça söyleyebiliriz ki, ateizm günümüzün ve geçmişin dindarları tarafından ileri sürülen çeşitli inançların detaylı bir incelemesi sonucu ortaya çıkmıştır. Bana göre Ateist (ki bu makalenin yazarıyla tam bir fikir birliği içinde olarak)  tarih ve dünya üzerindeki dinlerin içeriği üzerine, özellikle de onların referans kitapları (İncil, Kuran, Tevrat vs) aracılığıyla daha fazla bilgi edinmek isteyen kişidir. 

    Bu yüzden ateizm, diğerlerinin arasında yer alan bir din ya da inkar edilen inancın yerini alan başka bir inanç değildir. Hayır, bunun yerine ateizm, inananların tanrının gerçek dünyada ya da ötesinde varlığını kanıtlamak için ısrarlarının, hatta koşulsuz olarak boyun eğme iddialarının ve inanan insanların yaptıklarını, efsanelerini, ritüellerini mantıklı göstermek için sundukları kanıtların yetersiz olduğunu algılamaktır.

    Öyleyse bir ateist “Ben tanrıya inanmıyorum” dediğinde bunun anlamı “Tanrının varlığına bir an için bile inanmamı sağlayacak olası hiç bir değerli kanıt yok” demektir. Bu yüzden  “Ben tanrıya inanmıyorum” cümlesindeli “inanmak” kelimesini cümlenin anlamsal içeriğinden çıkarabiliriz. 
    Bir kez daha belirtmemize gerek bile yok: Bu yüzden ateist bir inanç, hatta inançsızlık aşılamaya çalışmaz, ateist herşeyden önce zihnini kullanarak reddeden bir bireydir.

    Ateizm dini fikirlerin tartışılması konusunda tam üyelik başvurusu yapmış kişidir. Ama ateistin elinde sunacağı, insanların tüm diğer inançlarını muzaffer bir şekilde dengeleyecek ve özgün olan tek bir gerçek yoktur.

    Ateizm Özgür Düşüncedir


    Ateist, dünya üzerindeki biliminsanları ve felsefi görüşlere açık, insanın tek ve benzersiz hayatını nasıl kullanacağı konusunda özgür bir bireydir. Ateist, etrafındaki olaylar ve insanlara üzerine, kendisine inkar edemeyeceği dogmalar ve varlığı ile ilgili fikirlerine zorla  ayar çekmeye çalışan dini otoritelere başvurmadan kendi fikrini inşa edebilen insandır. Bu, insanların bilimsel çalışmaları, sayısız popüler kitap ve büyük filozofların bilgi verici çalışmalarına başvurmayacağı anlamına gelmez. Ateizm özgür düşüncedir.

    Ateist, fikirleri ve duygularıyla uyumlu olarak ahlaklı olma konusunda da özgürdür. Araştırma özgürlüğü,  M. Robert Spaemann'ın “Ahlakın Temel Kavramları” kitabında da çok güzel açıkladığı gibi, evrensel olarak düşünülmesi mümkün olan ahlakın ortak paylaşımı, tüm insanlık için geçerlidir. Özellikle ahlakın dindar dünyadan tamamen bağımsız olduğunu bilirken, şu da bir gerçektir ki, bunu artık günümüzde görmek zordur. Mr Spaemann, ki kendisi hristiyandır, bu harika kitabının tek bir paragrafında bile ahlakın temellerini açıklamak için tanrıdan asla bahsetmez. 

    Ateizm bir din değildir


    Ateizmde dinaadamları yoktur, ibadet, insanlar açlıktan ölürken ikiyüzlü ve komik oruç tutma dönemleri de yoktur.  Nedenini bile anlamadan uydurulmuş atalardan gelen gelenekler, insanlığın sürekli büyüyen bilgi birikimiyle bile gelişim göstermeyen değişmez dogmalar, ateizmin tanımıyla ilgili özel inançlar bulunmaz ateizmde. Ateistlerin gözlerini kapatıp, hatta daha da iyisi beyinlerini aldırıp takip edecekleri peygamberleri de yoktur. Ateizmde birşeyleri kurban etmeniz gerekmez, ve hristiyanlık tarafından söylendiği gibi varolmak günaha neden olan bir şey değildir. İnsanları küçümseyen bir tanrının önünde diz çökerek ve boyun eğerek tüm insanlığı meleyen koyunlara çeviren şeyler yoktur. Sevgi dolu olduğu söylenen aynı tanrının eliyle korkunç bir yer olduğu söylenen cehennemde sonsuza kadar işkence görme korkusu da yoktur ateizmde. Her düşündüğümde gülmekten kendimi alamadığım cehenneme ve aynı zamanda cennete inanmak son derece saçmadır.

    Ateizm, önce düşünüp, ardından da ilahiyatçılar tarafından sizi kendi dogmalarının esiri yapmak için uydurulmuş herşeyi reddetmeniz fikrinden doğmuştur. Dogmaların bir amacı vardır: Hayatınızdan size mutluluk veren herşeyi söküp atmanız.

    Ateistlerin hedefi nedir?


    Bir ateist nihai ve kaçınılmaz olan ölüme doğru yol alır ve bunu yaparken inananları olmayan bir ilahi dünya fikriyle korkutan umutsuzluk hissine kapılmadan yapar. Umutsuzluğun kendisi de en nihayetinde din tarafından yaratılmıştır.

    Tanrıların insanlar tarafından uydurulduğu için var olmadığını anlamış ateist için hayat kelimesi boş bir dünya kelimesiyle aynı anlama gelmez. Tam tersine, tanrının yokluğunda bu kelime gerçek anlamını bulur : sonunda insanoğlu günlük hayatın gerçekliğinde, kendi varlığını kendi elinde tutar.

    Ateistin sevdiği insanlarla beraber yaşayacağı sadece tek bir hayatı vardır. Evet, varlığı son bulmadan önce mutlu olacağı tek bir hayat, doğanın güzelliklerinin kıymetini bileceği tek hayat, güzel şeyler yapacağı tek bir hayat, her bir anının yoğun biçimde keyfini çıkaracağı bir hayat, kendisiyle barışıp iç huzura ulaşabileceği bir hayat, kendi bilgeliğini inşa edebileceği ve birazını kendinden sonraki nesillere ileteceği bir hayat.

    Tek bir hayat hem az, hem de çoktur


    Ateist sıklıkla insanlığının ve dostlarıyla kardeşliğinin öneminin tam olarak farkındadır. Bunun tek bir amacı vardır: her zaman daha iyi bir insan ol (Nietzsche'nin meşhur “üstün insanı”) ve daha adil ve mutlu bir toplum inşa etmek için alçakgönüllülükle yardım et: Dünya üzerinde günün birinde görmeyi umut ettiğimiz tek makul hedef,  şu söz verilen hayali cennetten bile daha harika olurdu.

    Gerçekte, ateistler ölümden korkmazlar, özellikle de büyük İtalyan bilimadamının şu tavsiyesine uydukları zaman:


    "İyi geçirilmiş meşgul bir gün güzel bir uykuyla, iyi yaşanmış bir hayatta huzurlu bir ölümle son bulur.  "
    -Leonardo Da Vinci  

    Çeviren: Murat Ayyıldız / Alfa Çeviri Ekibi
    Çevirilen Deneme: http://www.atheeshumanistes.be/blog/latheisme-nest-pas-une-croyance/#more-569 

    Tanrıyı İzahat Olarak Kullanma Problemi


    Aslında Tanrı’yı bir izahat olarak kullanmakla ilgili çok fazla sorun vardır. En önemli bulduğum sorunları açıklamak istiyorum. Problem şu; O çok fazla şeyi izah eder. Herşeyi açıklarken, aslında hiçbir şey açıklamaz. Bununla ne mi kastediyorum? Eğer her problem sadece tek bir çözümle açıklığa kavuşturulabilirse, o zaman çözüm, çok fazla izahat gücüne sahip olur. Ki bu çok basit bir çözüm olur.

    Bu meseleyi, aşağıdaki sözleri alıntı yaptığım yerde zaten Kalvinizm bakımından inceledim.


    ‘’ Ama her zaman daha basit bir teoriyi kabul etmek mantıklı mıdır? Basit teorilerin daima daha geniş açıklayıcı kapsamlara sahip olduğu doğrudur. Ama bir nokta var ki, içinde her şeyi açıklayan çok fazla açıklayıcı güce sahip teori, aslında açıklayabileceği bir gözlem ya da gerçek olmadığı için hiçbir şeyi açıklamamaktadır. Herşeyi açıklayabilecek kadar güçlü böyle bir teori, giderek basitleşmeye başlar.”

    Evreni belli bir zaman diliminde yaratıp hiç bir şey öğrenmeyen, hem zamandan bağımsız, hem de ruhani olup baba, oğul, kutsal ruh şeklinde üç formda kişisel olarak var olan Tanrının her zaman nasıl var olduğuyla ilgili ölümcül sorunlar vadır. Böyle bir Tanrının, yarattığı milyarlarca yaratığın sonunun cehennem olacağını bile bile, nasıl maddesel bir dünya yarattığıyla ilgili de ciddi sıkıntılar vardır. İncil’ de yazılan kabile Tanrısıyla Hıristiyanlığın şimdiki Tanrı kavramının birbirine uyum sağlamasıyla ilgili başka sorunlar da vardır. Ayrıca Tanrı’nın İsa olarak nasıl vücut bulduğu ve onun çarmıhta ölümünün bizi günahlarımızdan neden kurtaracağı da ayrı bir problem. Başka bir problem de şudur: Tanrı neden modern bilimin doğuşundan önce hiçbir şeye şüpheyle bakılmadığı,muzicelere inanıldığı ve batıl inançların yaygın olduğu zamanlarda kendini açığa çıkarma gereksinimi duymuştur. Ayrıca Tanrı neden Hristiyanların kendi aralarında bile yüzyıllarca savaşa neden olan sözlerinin yanlış anlaşılmasını engelleyecek şekilde kendini göstermemiştir? Bir de hem insanlar hem de hayvanlar için sürekli bir acı çekme sorunu vardır.

    Ama bütün bu problemler (ve daha fazlası) basitçe Tanrı kavramı ile açıklanabilir. Gördüğünüz gibi hem Tanrının kendisi hem de onun yöntemleri gizemlidir. Hıristiyanlar Tanrı’nın ne yaptığını bildiğine inanırlar. O bizim anlama kapasitemizin ötesindedir çünkü o Tanrı’dır. Onun gücünün sınırları yoktur. Bizlerin gücü sınırlıdır. Onu anlamayı nasıl umabiliriz? Asla anlayamayız. Bu yüzden onun varlığını ve yöntemlerinin mantıklı olduğunu kabul etmemiz için kendini yeterince ifşa etmiştir.


    SAÇMALIK


    İnananlar sırf Tanrının sonsuz varlığından dolayı, baba oğul kutsal ruh şeklindeki üstün bir varlığın ebedi ve ruhani bir şahıs olarak varolmasını idrak edemememizin, böyle bir varlığın mevcudiyetinin imkansız olduğu anlamına gelmeyeceğini farzederler. Tamam. Olabilir... Bunlar her bir sorun üzerine benzer yanıtlarla ahkam keserek cevap verirler. Sırf bizlerin Tanrı'nın İsa olarak dünyaya gelmesini, bizim günahlarımız için kendini feda etmesini, veya böyle bir Tanrı'nın niye birşeyler yarattığını anlamamamız, onun tüm bunlar için kendince iyi sebepleri olmadığı anlamına gelmez. Pekala...Olabilir. İncilde kabile tanrısı bulunması, sonsuz güçleri olan Tanrı'nın varolmadığı anlamına gelmez, o kendisine inananlara sürekli bir şekilde kim olduğunu daha iyi anlamaları için yol gösterir. Tamam. Mümkün. Bizim böylesine mükemmel bir tanrının, tarihin en başından beri acı çeken tüm insan ve hayvan nüfusunun tamamıyla nasıl barışabileceğini anlamamamız, böyle bir tanrının var olmadığı anlamına gelmez, çünkü onun bir bildiği vardır. Pekala, buna da evet. Problemler listesi bu şekilde devam edip gider. Onların da herbir soru için cevabı tanrı kavramıdır.

    Hristiyanlar, kuşkuculardan bu problemlerin biri veya hepsiyle ilgili mantıklı imkansızlıklar göstermelerini isterler. Ve kuşkucuların bu meydan okumaya bir kitapla cevap verdikleri görülür: Tanrının İmkansızlığı. Ama görünen odur ki, Hristiyanlar bu tartışmalardan kaçmak için daima tuhaf, son derece dolaylı ve özel ihtimaller bulurlar. Bu yüzden inanmaya devam ederler ve böyle yapmanın hala mantıklı olduğunu düşünürler. Bu tartışmaları cevaplamak için bile benim zaman zaman “mümkün olan tek savunma” dediğim geri çekilme taktiğini sürekli uygulamak zorunda kalırlar. Buna göre inandıkları şey mümkündür, öyleyse muhtemelen doğrudur. Bunun sonuçla ilgisiz kocaman bir gayrı resmi saçmalık olması onları ilgilendirmez.

    Benim talebim, hristiyanların inanmak için daha sıklıkla bu savunmaya çekilmeleri. O zaman Tanrılarının var olma ihtimali de azalacak. Benim görüşüm şudur ki; böyle bir Tanrı'nın varlığına inanmamız için, bizi onun yöntemlerinin makul ve iyi olduğu sonucuna götürmeye yetecek kadar yöntemleri hakkında bilgi sahibi olmalıyız. Ama değiliz. Hatta ne kısa, ne de uzun vadede olmayacağımız kesin. Tanrı neden bize akıl verdi ve onu kullanmamızı istedi, ama inanmak için ihtiyacımız olan şeyi bize sağlamadı? Ben zaten inanmam için ne gerektiğini burada açıklamıştım : Tanrı neden bunların hiçbirini vermiyor?

    Ve asıl sorun da burada. Bu tanrı kavramı tüm sorunlara verilen basit bir cevap olarak son bulur. O herşeyi açıklar, yani hiçbirşey açıklamaz. Bu bir cevap değildir.


    Çevirenler: Alfa Çeviri Ekibi

    -Sevda Sabahoğlu
    -İlyas Kabak
    -Murat Ayyıldız

    Çevirilen Deneme: http://debunkingchristianity.blogspot.com/2010/05/problem-with-using-god-as-explanation.html